Category: rastlantı
Adı Yok

Adı Yok

10 Nisan 2025

Karşılaştığımız sokak başında, başımı eğdiğimi fark ettim. Büyüdüm ve fark ettim ki başım hala eğik. Eğilen başı göğe kaldıran güvenli bir liman henüz icat edilmedi. Dersin ki ben sana tutunacak bir baş olurum ben de başımı kaldıracak cesareti kendimde bulurum. Eğer o toprak altından kalkıp bana beni tekrar hatırlatırsan işte o zaman ben de umursamaz […]

Sükunet

Sükunet

3 Ocak 2021

Yaşımı ana kucağında büyütürken artık insanlara aşkın yakınlığını, derdin neşelere gebe olduğunu ve yaşamın geçen günden ibaret olduğunu anlatıyorum Ahmak biriyim, laf dinlemez ama laflara da kırılan biriyim Ben kimim ki içimden sürekli bunu tekrar ediyorum. Adeta bir sinsi gibi kabus gibi zavallı gibi Sükunet yaşımın getirmiş olduğu armağan oluyor, artık burada bitirebilirim Ne aşkı […]

Yılmaz Erdoğan ile Öğrence | 1. Bölüm

Yılmaz Erdoğan ile Öğrence | 1. Bölüm

11 Kasım 2020

Özellikle yazarlıkla alakalı kısımları çok hoşuma gittiği için sizlerle de paylaşmak istedim 🙂 Kendi payıma düşeni aldım, izlemenizi tavsiye ederim.

Bu memleketten gitmek mi lazım? | Volkan Yılmaz

Bu memleketten gitmek mi lazım? | Volkan Yılmaz

2 Eylül 2020

Üye olduğum bir forumda rastladığım ve hoşuma giden bir yazıyı heybedar’da paylaşmak istedim 🙂 Benzer tartışmalar diğer sosyal mecralarda da yaşandığı ve anlaşılır olduğu için metni olduğu gibi paylaşıyorum.  ”Sürekli aynı konulardan farklı başlıklarla açılıyor.Açılan konuların özü şu, “istediğim arabayı alamıyorum”, “bu ülkeyi terk etmek lazım”.Değerli kardeşlerim kendinizi muasır medeniyet seviyesindeki ülkelerle kıyaslayıp.Bu ülkelerdeki yaşam […]

Televizyon Bile Hoşgörülüyken: Elveda Rumeli | İdil Erduran

Televizyon Bile Hoşgörülüyken: Elveda Rumeli | İdil Erduran

20 Temmuz 2020

Bazı diziler vardır ki hiç öyle bir beklentiyle açmış olmasanız bile bir nesle insanlığın en önemli değerlerini öğretirler. O diziyi kaç yaşında izlersen izle yine de bölüm bittiğinde kendine bir şeyler kattığını hissedersin. Kendi adıma konuşmam gerekirse, bugün insanları dinleri ve ırkları yüzünden ayırmıyorsam bunda ailemin bana öğrettiklerinin payı olduğu kadar Elveda Rumeli dizisinin de […]

Güzel Şeyler Ancak Bir Kötülükten Çıkar

Güzel Şeyler Ancak Bir Kötülükten Çıkar

15 Temmuz 2020

Tam da, 39-38 insan yılı önce, Ankara’daki devlet’in dışında ve Anadolu’nun Avrupa yakasında, kakışmalı seslerle örülmüş logaritmalı bir şiir üzerinde kendimce duruyordum. – Evet, düşünce ve şiir iç içe geçmiştir. Birbirine kenetlenerek çırılçıplak ayakta sevişen ve çift kıçlı bir toplum olan iki insan gibi! Hangisi şiir, hangisi düşünce? Ayıramazsın! Ve, burada Çanakköy’de, bütün gün, bizim […]

Madam Eleni’nin Aşkı | Tekin Deniz

Madam Eleni’nin Aşkı | Tekin Deniz

9 Temmuz 2020

Madam Eleni. Tüm çalışanları sendikalı. Galata’dan inince, Çapraz’ın meyhanesinin köşesi. Yüzlerce aşığı olmasına rağmen,bir hamala tutulmuştu Eleni. Avrupa birahanesinde,aşığı olan bir subayı reddeder. Subay da “gururunun incitildiğini” söyleyip onu bıçaklar. Yaralı Eleni,şarap şişesini tezgaha vurup parçalar ve subayın boynunu hacamat eder. Bir hafta hasta yatar Eleni. Sonra ölür. Tabutunu taşıyanlardan biri de aşığı olduğu hamaldır. […]

Resmiyette yazar bile değilim

Resmiyette yazar bile değilim

21 Haziran 2020

Yazdığı ‘Habis Kıssa’ romana şans tanımayan, basmak için kesip-biçmek ya da para isteyen yayıncıları görünce kitabını kendi elleriyle yapmaya karar vermiş bir yazar olan Cihan Gülbudak “Yayınevlerinin yazdıklarınızı bin kopya basıp aslında tekrar baskı görmeyecek eserler dünyasına göndermek istemesini içime sindiremedim ve kendi romanımın mücellitliğine soyundum” diyor. Cihan Gülbudak, sosyal medyada önüme çıkan bir videosuyla […]

Metrobüs Manzarası | Yiğit Çetin

Metrobüs Manzarası | Yiğit Çetin

22 Mayıs 2020

İstanbul manzarası denince, akla ilk gelenlerden biri tarihi yarımada siluetidir. İlk akla gelenin tarihi yarımada silueti olması, bu siluetin İstanbul’un diğer pek çok manzarasının görülmesini engelleyen bir set olarak çalıştığına işaret eder. 2011 yılında başlayan tartışmalar sonucu alınan, soyunarak metrobüsün önüne atlayan adam da bu dinamiğin bir parçasıdır. Kesintisiz metrobüs yolculuğunu kesintiye uğratan bu olay, metrobüsün bütüncül […]

Kont Ostrorog | M.Gizem Akbulut

Kont Ostrorog | M.Gizem Akbulut

26 Nisan 2020

Bu aralar bir sebepten Osmanlı tarihinde yaşamış, önemli ailelere merak salmış vaziyetteyim. Özellikle araştırdığım bir aile var ama o kadar çok ve önemli ilginç hikayeleri olan aileler var ki, onlardan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Kont Ostrorog’ta bunlardan bir tanesi. Kendisi Sorbonne mezunu bir İslam hukukçusu. -Evet o zamanla İslam hukuku diye çok geçerli bir alan var […]

Bir ciddiyet hikayesi: Arka Kapak Dergisi | Mehmet Ali Çalışkan

Bir ciddiyet hikayesi: Arka Kapak Dergisi | Mehmet Ali Çalışkan

10 Aralık 2019

ArkaKapak dergisi 3 yıl boyunca matbu yayın hayatında 36 sayı çıkardı. Derginin kuruluş hikayesi ve matbu hayatını sonlandırma kararı Türkiye’de en az taraftar bulan Ciddiyet ideolojimizle ilgili bir hikaye.

Arka Kapak dergisi, internet temelli bir kitap ekosistemi olarak kurulmuş Babil.com’daki genel stratejik planın önemli bir parçası olarak ortaya çıktı. Kitap sektöründeki çabamızın temel motivasyonu yeni neslin okuma alışkanlıklarıyla uyumlu olacak şekilde elektronik içeriği büyütmek ve daha gelişmiş altyapılarla desteklenmiş okuma deneyimleri sunmaktı. Ekibimiz kitapların içinden gelmiş, her biri evinde önemli sayıda kitap içeren kütüphaneleri olan entelektüel arkadaşlardı. Ben dahil herkes basılı kitabın keyfini yaşamış, kitapları sadece bir içerik değil aynı zamanda yaşamsal alanlarımızı paylaştığımız nesneler olarak da görüyorduk. Ama bu elektronik içeriği önemsememize, ve yeni neslin ihtiyaçlarını kendi romantik önceliklerimiz yüzünden görmezden gelmemize bir neden değildi. Bu yüzden hızla ve yoğun bir şekilde dijital ortamda kitaplarla ilgili dünyalar kuruyorduk.

Arka Kapak dergisi de yayın hayatına bir internet kitap blogu olarak başlamıştı. Amacımız o zamanlar kitap satışı ile kurduğumuz ekosistemi destekleyecek şekilde kitap incelemelerini okura ulaştırmaktı. Çünkü Türkiye’de kitap sektörünün büyümesinin önündeki en önemli engelin okuma kültürünün geliştirilmesi konusunda yapılan faaliyetlerin yetersizliği olduğunu biliyorduk. Bu yüzden bir kitap blogu olarak başlattığımız Arka Kapak projesini zamanla internette ilerleyen sosyallikle birleştirmeyi, ve yazar, okur ve eleştirmenin ortaklaşa içerik üretip bu içerikleri karşılıklı tartıştıkları, okurların deneyimlerini paylaştıkları genel bir kitap sosyal ağı haline getirmeyi planlıyorduk.

Öte yanda yine elektronik içeriği büyütmek için çeşitli markalar altında yayıncılık faaliyetleri de yapıyorduk. Özellikle Türkçe’nin temel metinlerinin elektronik ortamda yer alması için ancak büyük kültürel fonlarla veya devlet desteği ile yapılabilecek büyük projelere girişmiştik. Örneğin Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın çevirileri dahil bilinen tüm eserlerini bir külliyat olarak elektronik ortama taşıyabilmek için, sıfırdan orijinal Osmanlıca metinlerden konunun en uzman hocalarıyla çeviri faaliyetlerine başlamış ve büyük bir emeğin sonunda yazarın 50’yi aşkın kitabının orijinal metinlerini en az hata ile hazırlamış ve e-kitap okuruna sunmuştuk.

Bizim için elektronik içerik, kurulan yeni dünyanın şartlarına daha uyumlu olduğu için daha değerliydi. Öte yandan elektronik içerik, dağıtım ve maliyet adaleti doğuruyor, ve bu sayede bir kitaba İstanbul’daki çocuğumuzla Urfa’daki çocuğumuz aynı şartlarda ulaşabiliyordu. Keza bu ulaşım ve dağıtım kolaylığı da kitabevi raflarını parsellemiş kapitalist yayın tarzından kendine yer bulamayan nitelikli yazarlar için de ulaşılabilirlik açısından yeni fırsatlar sunuyordu. Bu açıdan piyasanın ve yayıncıların hazır olmamasına rağmen elektronik içerik konusunda agresif iş modelleri oluşturup baskı noktaları inşa ederek elimizi taşın altına koyduk.

Yakın gelecekte içeriğin elektronik ortam dışında kağıda basılabilmesi için çok özel sebepler gerekeceğini biliyorduk, kağıt gittikçe daha pahalı olacaktı, öte yandan basılı kitapları okura ulaştırabilmek için, devasa bir lojistik enerjiyi harcamak günden güne anlamsızlaşacaktı. Bu yüzden gelecekte basılı işlerin özel işler olacağından yola çıkarak, elektronik ortama yönelik çabalarımızı destekleyecek şekilde özel nitelikli basılı işler de yapmaya karar verdik. Örneğin elektronik ortam için hazırlanmış Gürpınar külliyatını, özel deri cilt kapağıyla hazırlayarak basılı kitap okurunun beğenisine sunduk. Arka Kapak dergisinin basılı hayata geçmesi de böyle bir amaca matuftu.

Eğer bir dergiyi elektronik ortam haricinde kağıt üzerinde basılı hale getireceksek, bunun fiziki nesneyi özel kılacak bir çerçevesi olmalıydı. Bu yüzden dergi için o yıllarda Türkiye’de neredeyse hiç kullanılmayan özel bir kağıt bulduk, bu kağıt derginin entelektüel içeriğine çok uygundu, ne kuşe gibi itici bir gösterişi vardı, ne de kitap kağıdı gibi basitti. Kullandığımız kağıdın dokusu ve rengiyle, sade, şık, masalsı ve entelektüel bir duygusu vardı. Öte yandan bir dergide basılı ortamda içeriğe eklenecek en önemli unsurun tasarım olduğunu düşünüyorduk. Arka Kapak dergisinin tasarımına sayfa sayfa özendik, en ufak çizgisine kadar her unsurunun doğru ve estetik olmasına özen gösterdik. Derginin bizim için en önemli unsurlarından birisi olan kapak için özgün bir şey yapmamız gerektiğini biliyorduk. Derginin ilk senesinde her ay okuma serüvenimizde önemli kilometre taşları olan romanları dosya konusu yapmayı planlamıştık ve her romanın kapağını biz tasarlasaydık nasıl yapardık diye düşünüp dergi kapağı üretmeyi planladık.

Arka Kapak bir okur rehberi olarak tasarlandı. Niyetimiz kitapları tanıtmak değildi. İki şey amaçlıyorduk. İlki okurun kitabın içindeki anlam uzayına girdiğinde nasıl bir deneyim yaşayacağını hissettirecek şekilde okuma tecrübesi yazıları kaleme alıyorduk. Ve yazarlarımızdan kitabın içindeki metnin alt metnine inmek yerine, o metnin ruh dünyasına paralel bir üst metinle kitabın içeriğini bir deneyime dönüştürmelerini bekliyorduk. İkincisi entelektüel düşünce dünyamızı zenginleştirmek için kitapların çıkış noktalarını merkeze alarak belirli konuların tartışılmasını mümkün kılacak felsefi açılımlar geliştiriyorduk. Bu deneyim ve muhakeme dünyasını iyi kitaplar üzerinden kurmaya özen gösteriyorduk. İstisnaları hariç tutarsak, şu kitap olmamış, bu kitap kötü, şunu okumayın tarzında kitap eleştirisi yayınlamıyorduk. Çünkü Arka Kapak sayfalarını o kadar değerli görüyorduk ki, bu türden kitaplara ayıracak yerimiz yoktu.

İlk sayımız baskıya hazır hale geldiğinde hepimiz ne kadar büyük bir iş başardığımızın farkındaydık. Kitap okurunu onurlandıracak derecede mükemmel bir ürün ortaya çıkarmıştık. Kapaktaki çizim derginin entelektüel ve modern vizyonunu yansıtacak derecede güzeldi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün o muhteşem ironisini farklı bir tarzda yorumlayıp fantastik bir sahne inşa etmiştik. Doğrusu bir kitap dergisi olmasına rağmen popüler dergi takipçisinden tutun da akademisyenlere kadar herkesin ilgi ve beğenisini kazanabildik. Bu ilgiden güç alarak tüm sayıları aynı özenle ve artan içerik ve görsel kalitesiyle hazırladık ve 3 senelik bir yayın hayatı yaşadık.

Dergi internetten ve abone yoluyla satıldığı gibi, piyasanın karteli olan büyük dağıtımcılardan birisiyle de satış noktalarına dağıtılıyordu. Zincir satış noktalarının raflarında yer alabilmeniz için astronomik bedeller ödedikten sonra tüm mağazalarda satılabilir noktaya gelmiştik. Dergi ilk sayısından 36. Son sayısına kadar her zaman 10 bin adet bastı ve internet, abone ve mağazalardaki satışlarla iadeler her geçen sayıda azalıyordu ve hatta bazı sayılar elimizde hiç kalmayacak şekilde tükenebiliyordu. Ancak 10 bin bandındaki tiraj bir kitap dergisi için iyi olmasına rağmen, 20,30 veya 50 bin bandındaki popüler edebiyat dergileriyle raflarda yarışıyorduk. Hatta telif ödemelerinde yazarları ikna edebilmek için onlardan daha iyi rakamlar önermemiz gerekiyordu. 10 binlik baskı sayımızı duyan herkes bu sayıyı bir kitap dergisi için yüksek bulsa da, Arka Kapak gibi maliyetli bir dergi için en az 20 bin bandı gerekiyordu. Ama biz 10 bin bandını hiç aşamadık.

Dağıtımcılar bir diğer problemimizdi, derginin satış gelirinden size neredeyse hiç para kalmayacak bir sistem kurmuşlardı, siz derginiz mağaza raflarına girsin diye mağazaların astronomik hava paralarına razı geldiğiniz gibi dağıtımcıların kestiği haraçlara da razı geliyordunuz. Sözleşme temelli aldıkları paralar zaten çok yüksek olduğu gibi, size ödemeleri gereken ufak parayı da vermemek için türlü muhasebe oyunları yapıyorlar, hülasa size her şeyin sonunda 10 liranın 2 lirası anca kalıyor ya da kalmıyordu. Bir dağıtımcıdan diğerine gitmenin çok anlamı yoktu. Birbirlerinin rakibi olmalarına rağmen, işbirliği yapmışçasına aynı ezici şartları size dayatıyorlardı. Zaten son geldiğimiz durumda bu dağıtımcılardan birisi de sahibi değiştikten sonra kendisini tasfiye edip piyasayı diğer dağıtımcıya bıraktı. Türkiye’de dergicilik kartelin insafındayken, şimdi tekelin insafına geçmiş oldu.

Bu şartlar derginin ilk sayısından beri hep aynıydı, elbette son kağıt krizi problemi büyütmüştü, ama biz dağıtım problemleri ve mali külfetine rağmen Türkiye’ye bir kitap dergisi kazandırmak için sebat ediyorduk. Mali külfet biraz daha artmıştı, dağıtımdaki kartel gitmiş tekel gelmişti. Çok sevdiğimiz kağıdımız artık Türkiye’ye gelmediği için diğer dergiler gibi biz de kuşe kağıdına geçmiştik. Yani son kağıt krizi ve dolar fiyatının yükselmesi baş edemeyeceğimiz bir problem değildi. Peki niçin sonlandırma kararı aldık?

Okur kitlesinin sınırlarına ulaşmıştık ve okur bizi 10 bin bandından yukarı çıkarmak istemiyordu. Popüler bir dergi gibi maliyetlerimiz vardı ama butik bir dergi gibi satın alınıyorduk. Öte yandan ülkenin reklam verenleri bin bandındaki dergilere bile reklam verdikleri halde bize vermiyorlardı, tek reklam alabileceğimiz kurumlar yayınevleriydi ancak kitap dergisi olarak kitap reklamı yapmak yayın ilkelerimizle uyuşmuyordu. Bu şartlarda Arka Kapak dergisini çıkarmaya devam etmemiz bir kültür sübvansiyonu anlamına geliyordu. Yani devletin veya büyük kurumların yapmadığı bir sübvansiyon görevi yine nedense dolaylı olarak bizim omuzlarımıza yüklenmişti.

Omuzlarımızdaki bu yükü kabullenebilirdik, ancak bu sübvansiyonu anlamlı kılacak bir sinerji eksikliği vardı. Yayıncılık dünyası biz yokmuşuz gibi davranıyordu. Kendi sektörlerinde, hemen yanı başlarında nitelikli işleri anlayıp öne çıkarabilen vasıflarda bir uzmanlığa sahip dergiden rahatsız olmuşlardı. Biz eleştiri dergiciliği yapmadığımız halde, niteliğe olan vurgumuz , hamasetten uzak tutumumuz bu konularda hassasiyeti olmayan Türkiye’nin vasatını rahatsız etti. Bizi eleştirecek güçleri yoktu, o yüzden görmezden geldiler. Dergimizde bırakın çıkan eleştirileri, kitapları hakkında iyi bir inceleme bile çıksa yazarından yayıncısına kadar hepsi görmezden geldi. Arka Kapak içeriğine okurdan başka kimse sahip çıkmadı. Bu kadar kaliteli bir iş herkesi korkutmuştu. Bize sahip çıkmasını beklediğimiz entelektüel abilerimiz, yazarlar veya yayıncılık sektörünün mensupları Arka Kapak dergisinden uzak durdular. Okur odaklı bir dergi olduğumuz için bu insanların tutumlarını önemsemeyebilirdik, ama bir kitap dergisi olarak, yayın dünyasının kalbine oturmayı hedeflemişken, dergimize yönelik bu türden bir ambargo bizim fedakârlığımızı anlamsız kıldı. Türk yayıncılık sektörünün Arka Kapak gibi bir dergiyi hak etmediği ortaya çıkmış oldu. Okurun desteği de sınırlı olunca kapatma kararı aldık.

Yayıncılık dünyasının bu görmemezlikten gelmesi benzer şekilde kültür edebiyat çevrelerinde de vardı. Türkiye’nin kamplaşan iki kesimi, tevarüs ettikleri bilgi ve değer sistemlerini amansız bir şekilde tüketiyor, kısır bir hamasetle insanların zihinlerinin kolay kabulleneceği hap şeklinde söylemlerle taraftar topluyorlardı. Arka Kapak gibi bir örnek oyun bozuyordu, bizi ya eleştirip itibarsızlaştırmaları gerekiyordu ya da görmezden gelmeleri gerekiyordu. İtibarsızlaştırmayı en müptezel tetikçileriyle deneyip tutturamadıkları için görmezden gelmeye başladılar. Çünkü biz Türkiye’yi bilgiye, derinliğe, muhakemeye, akla ve vicdana ve tüm bunların hepsinde de ciddiyete davet ediyorduk. Ancak hamasetin maliyeti ciddiyetten çok daha düşüktü, bu yüzden konforunu bozmak istemeyen vasat ciddiyeti görmezden geldi.

Arka Kapak deneyimi bize Türkiye’de güzel ve ciddi işler yapmak isteyen nitelikli zümrenin gücünü de gösterdi. Çok kıymetli arkadaşlarla tanıştık ve birbirimizin işlerine destek olduk. Arka Kapak dergisinin yayın hayatını sonlandırdık ancak ciddiyetimiz devam ediyor. Türkiye’nin kültür, düşünce, sanat ve bilim hayatının niteliğinin yükselmesi için güzel işler ve bu alanda çaba gösteren herkesle işbirliği yapmaya devam edeceğiz.

İsmet Özel’le tanışırken Kant’la tutuşmak | Ahmet Ekmel Karaman

İsmet Özel’le tanışırken Kant’la tutuşmak | Ahmet Ekmel Karaman

10 Aralık 2019

Bundan 3–4 sene evvel İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü belli başlıklar çevresinde dönemlik dergiler çıkarır, akademinin ve milli eğitimin kesişim kümesindeki isimlerin yazılarını yayınlardı.(Hala devam ediyor mu, bilmiyorum).Hatırladığım sayılardan bir tanesi ‘Öğretmen’ başlığı altındaydı ve kendisi de bir öğretmen olan Nurettin Topçu’nun “Muallim kimdir?” yazısına yer vermişti. Yazıda Topçu, öğretmenliğin (kendi deyimiyle muallimliğin seyrüseferini anlatıyor ve bir çocuğun karşılaştığı ilk entelektüel, bilen ve bildiğini de yapma iradesine sahip olandır diyordu.

Bu düşüncenin bendeki karşılığı daha samimi.Muhtemelen validenin bana “Allah iyilerle karşılaştırsın” duasını Allah öğretmen bağlamında kabul etmiş olacak yüzüm genelde hocalarımdan yana güldü. Kant’ın ödev ahlakının ete kemiğe bürünmüş bir hali olan çok sevdiğim matematik hocama( Murat GÜZEL) dün bir öğrencisi Celladıma Gülümserken’in ilk baskısını hediye edince hem ‘hayli’ kıskandım; hem de sosyal medyada bir kaç gündür dönen İsmet Özel’le tanışma hikayelerine dair birkaç bir şey karalama fırsatı bulduğum için sevindim.

İslam düşüncesindeki İsagoci metinlerinde; Aristo’yu muallim-i evvel, Farabi’yi ise muallim-i sani kabul eder.Tabi benim için muallim-i salis de var. Tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Elbette İsmet Özel.

Düşündüklerimi, hissettiklerimi kelimelerle ifade etme noktasında ne zaman tutanacak dal arasam, dağın arkasındaki müsellah orduların kim olduğunun farkına varamasam, tam düşecekken tutunduğum ve ama tutunmanın karşılığında rabb bellenilmeyi istemeyen bir adam o.

İsmet Özel ile Kant’ın ilişkisi elbette mağlum ama şiir bağlamında kesiştikleri noktanın matematik tarihinde bir öneme sahip olması ve Murat Hocamın da hem ödev ahlakına sahip , İsmetçi bir matematik öğretmeni oluşu tam anlamıyla tevafuk.

İsmet Özel Kant’tan çok yerde bahsediyor ama benim ilk hatırladığım Murat Bardakçıyla katıldığı bir programda Batı felsefesindeki şair etkisini anlattığı ve Kant ile felsefe ve Kant’a rağmen felsefeden bahsettiği kısım.( Merak edenler için videoyu paylaşıyorum.)

https://youtu.be/SrVGYOeQ0eg

Karşılaştığım ikinci İsmet Özel ve Immanuel Kant kesişmesi ise İsmet babanın Sebeb-i Telif’teki şu satırları,

“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li“içerimde ahlâk yasası”.Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çekidam mangasındasın içinde yasa varsa. (1)

Königsberg, Kant’ın doğum yeri ve Pregel Irmağı’nın iki yakasına kurulmuş bir kent. Etrafı Polonya ve Litvanya topraklarıyla çevreli olduğu için aynı bizim portatif Süleyman Şah türbesi gibi Rusya’yla kara bağlantısı yok ama Rusya toprağı. Zamanında Alman Doğu Prusya eyaletinin başkentliğini yapmış. Matematik tarihine yaptığı katkı ise ırmağın içine kurulmuş iki ada ve bu iki adayı birbirine ve Königsberg’e bağlayan 7 köprüyle alakalı.(Gidip görmedim ama Kuruçeşme’deki Galatasaray adasına benziyorlardır herhalde.) Belediye başkanı tarafından keşfedilen probleme göre, her köprüden yalnızca bir defa geçilerek tamamlanacak bir rota yok.Problem ve hatta problemin ‘barışçıl’ çözümü bir TED-Ed videosuna da konu olmuş:

https://youtu.be/nZwSo4vfw6c